Dilek İçin Adakta bulunulmalı. Mesela şununla evlenirsem, şu
işim olursa, şu hastalığımdan iyileşirsem, isteğim şu evi alırsam vs gibi. Sevabı Seyyidet Nefise Hz leri olmak
üzere, Allah için 3 Yasin okumak nezrim olsun denince bu dileğin kabul
olduğu tecrübe olmuştur...Seyyidet Nefise Hz leri Duası kabul olan
Evliyalarımızdandır. Onun yüzü suyuna hürmeten istemek ve dileğimiz olduğunda
da sevabını kendisine hediye ederek kur-an yada kurban adanması vaciptir. Nezr;
Allaha söz vermektir. Dileğimiz olunca mutlaka sözümüzü yerine getirmemiz
gerekir adaklar önemlidir. Kardeşlerim fayda göreceğinize inandığım bir
uygulama olduğu için vermeyi uygun gördüm. Sevgiyle Kalın... Not: Duaların
kabul olduğu gün ve gezegen saatlerinde söyleyelim tabiiki. Güneş saatine denk
getirelim. Zühd ve takvası, kerem ve cömertliği ile meşhûr hanım
evliyâdan, ismi. Nefîse binti Hasen olup, Hz. Ali'nin dördüncü göbekte
torunudur. Tâhîre ve Kerîmet-üt-dâreyn lâkabları vardır. 145 (m. 762) senesinde
Mekke-i mükerremede doğdu. Annesi, Lübâne binti Abdullah bin Abbâs bin
Abdülmuttalib'dir. 208 (m. 823)'de Mısır'da, Kahire şehrinde vefât etti.
Medîne-i münevverede yerleşti. Seyyidet Nefîse, İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık'ın oğlu
İshâk-ı Mu'temen (r.a.) ile evlendi. Bu evlilikten Kâsım ve Ümmü Gülsüm isminde
iki çocukları oldu.
Tefsîr, hadîs ve başka ilimlerde âlim idi. Halk onun
büyüklüğünü kabul ederdi. Seyyidet Nefîse (r.aleyhâ) ümmî olmasına rağmen çok
hadîs-i şerîf öğrenmişti. Kur'ân-ı kerîmi ezbere bilirdi. Çok kerâmetleri
görüldü. Kabr-i şerîfi, zamanımıza kadar ziyâret edilmekte ve istifâde
edilmektedir.
Seyyidet Nefîse, otuz defa hacca gitti. Gündüzleri oruc
tutar, geceleri ibâdetle geçirirdi ve üç günde bir yemek yerdi. Efendisinden
ayrı hiçbir şey yemezdi.
Seyyidet Nefîse'nin zamanından günümüze kadar Mısır'da
bulunanlar ve bütün mü'minler için bereket olduğunu, İslâm âlimleri
buyurmuşlardır. Kendini, günahı çok ve duâ etmeğe yüzü yok bilerek,
"Hastam iyi olursa veya şu işim hâsıl olursa, sevabı Seyyidet Nefîse
hazretlerine olmak üzere, Allah rızâsı için üç Yâsîn okumak veya bir koyun
kesmek nezrim (adağım) olsun" deyince, bu dileğin kabul olduğu çok tecrübe
edilmiştir. Burada, Allahü teâlânın rızâsı için Kur'ân-ı kerîm okunup veya
koyun kesip, sevabı Hz. Seyyidet Nefîse'ye bağışlanmakta, onun şefâati ile,
Allahü teâlâ hastaya şifâ vermekte; kazayı, belâyı gidermekte, duâyı kabul
etmektedir.
Zevci ve evlâdı ile beraber, Mısır'a yerleşmek için Medîne-i
münevvereden ayrıldılar. Gelmekte olduğunu haber alan halk yollara dökülüp,
kendilerine çok hürmet gösterdiler. Herkes, onları, kendi evlerinde misafir
etmek istiyordu. Abdullah-ı Çessâs adında velî bir zâtın kullanılmayan boş bir
evi vardı. Oraya yerleştiler. Herkes, bereketlenmek ve kıymetli sözlerinden
istifâde etmek için Mısır'ın her tarafından ziyâretine gelirlerdi. Ziyâretine
gelenlerin sayısı haddi aşınca, onlarla meşgul olmanın, her an Allahü teâlâya
ibâdet etmesine mâni olabileceğini düşündü. Tekrar memleketi olan Hicaz'a
dönmeye karar verdi. Herkes çok üzülüp yalvardılar ise de, kabul etmedi.
Nihayet bu durumu, Mısır emîri Sırrı bin Hakem'e arz ettiler. Mısır emiri bu
durumu haber alınca, doğruca Hz. Seyyidet Nefîse'nin yanına gelip, Mısır'dan
ayrılmak istemesinin hikmetini sordu. Hz. Seyyidet cevâbında, "Mısır'da
ikâmet etmek istiyorum. Lâkin ziyâretçilerim çok fazladır. Ben zaîf bir
kimseyim. Evimiz de dardır. Ayrıca gelen ziyâretçilerle meşgul olmak
mecburiyetinde kalmam, her an Allahü teâlâya ibâdet yapmama mâni oluyor"
diye cevap verdi. Bunları dinleyen Mısır emîri "Falan yerde, şahsıma ait
geniş bir evim vardır. Onu size hediye ettim. Lütfen kabul ediniz" dedi.
Seyyidet Nefîse bunu kabul edince, Mısır emîri çok sevindi. Seyyidet Nefîse,
"Haftada sadece Çarşamba ve Cumartesi günleri ziyâretime gelsinler. O iki
gün onlarla meşgul olurum. Diğer günlerde hep ibâdet yapmakla meşgul olmak
istiyorum" buyurdu.
Rivâyet edilir ki, Hz. Seyyidet Nefîse zamanında Mısır'da,
dört tane kız çocuğundan başka kimsesi bulunmayan ihtiyar bir kadın vardı.
Bunlar iplik eğilirler, her Cum'a günü ihtiyar kadın ipliği pazara götürüp,
yirmi dirheme satardı. On dirheme, iplik yapmak için pamuk, kalan on dirhem ile
de yiyecek bir şeyler satın alır, gelecek Cum'aya kadar bunlarla idare
ederlerdi. Yine bir Cum'a günü, ihtiyar kadıncağız bir hafta müddetince
eğirdikleri ipliği, kırmızı bir beze sarıp, çarşıda satmak için yola çıktı.
Bohçayı başında taşıyordu. Yolda giderken büyük bir kartal gelip, ipliklerin
bulunduğu bohçayı kaparak kaçtı. Kadıncağız da düşüp bayıldı. Kadın kendine geldiğinde,
olanları hatırlayıp ağlamaya başladı. Başına toplananlara hâlini anlatıp,
"Bir hafta boyunca çocuklarım nafakasız ne yaparlar?" diye sızlandı.
Oradakiler kendisine, "Falan yerde Seyyidet Nefîse isminde bir hanım
evliyâ vardır. Sen hâlini ona arz et, bakalım ne diyecek?" dediler. Kadın
gelip Hz. Seyyidet'e durumu anlattı. Hz. Seyyidet, ellerini açıp duâ etti:
Kadına da, "Sen şimdi evine git. Allahü teâlâ her şeye kadirdir"
buyurdu. Kadıncağız da evine gitti. Kısa bir müddet sonra Seyyidet Nefîse'ye
ba'zı kimseler gelerek, "Biz deniz yolculuğunda idik. Gemimiz bir ara su
almaya başladı. Ne yaptıysak su giren yeri kapatamadık. Sizi vesîle ederek
Allahü teâlâya duâ edip bizleri o sıkıntıdan kurtarmasını istedik. O sırada
büyük bir kartal göründü. Pençesinde büyük kırmızı bir bohça vardı. Gemimizin
üzerine gelince, bohçayı bırakıp gitti. Bohçayı açtık, içinde çok miktarda
iplik vardı. Bunlarla gemimize su sızan yeri iyice kapadık. Bundan sonra
selâmetle memleketimize geldik. Bu hâlimize şükür için, size hediye olarak şu
beşyüz dirhemi getirdik, lütfen kabul ediniz." deyip gittiler. Seyyidet
Nefîse, Allahü teâlâya şükredip ağladı. Sonra o ihtiyar kadını yanına istedi.
Kadın gelince ona, "Kartalın kaptığı iplikleri kaça satacaktın?"
dedi. Kadın "Yirmi dirheme" deyince, Seyyidet Nefîse ona beşyüz
dirhemi verip hâdiseyi anlattı ve "Allahü teâlâ senin her dirhemine 25 kat
ihsan etti" buyurdu.
Hz. Seyyidet Nefîse'nin, yahudî olan bir kadın komşusunun
hareket edemiyen kötürüm bir kızı vardı. Annesi hamama gitmek istedi. Kızı da
onunla gitmek arzu edince annesi, "Olmaz, sen evde yalnız otur" dedi.
Çocuk, "Bari sen gelinceye kadar komşumuzun yanında kalayım" dedi.
Kadın, Hz. Seyyidet Nefîse'ye gelip çocuğunun arzusunu bildirince o da izin
verdi. Kadın çocuğunu getirip gösterilen bir odaya bıraktı ve kendisi de hamama
gitti. Kötürüm kız otururken Hz. Seyyidet Nefîse diğer tarafta abdest alıyordu
ve abdest suyu kötürüm kızın yanından akıyordu. Allahü teâlânın hikmeti, o
kızın aklına, yanından akıp giden abdest suyundan biraz alıp ayaklarına sürmek
geldi ve düşündüğünü yaptı.
Hemen sıhhate kavuştu. Sanki hiç hasta değilmiş gibi ayağa
kalkıp yürümeye başladı. Seyyidet Nefîse (r.aleyhâ) bu olanlardan habersiz,
öbür tarafta namaz kılıyordu. Kız, dışardan gelen seslerden, annesinin hamamdan
gelmiş olduğunu anlayınca, hemen evlerinin kapısına gidip kapıyı çaldı. Annesi
kapıya gelip kim olduğunu sorunca, "Senin kızınım" dedi. Hemen kapıyı
açıp, kızını sapa-sağlam olarak karşısında görünce "Nasıl oldu da iyileştin?
Anlat" dedi. Kız olanları anlatınca, kadın hüngür hüngür ağlayıp,
"Vallahi bizim dînimiz bâtıldır. Onun dîni haktır" dedi. Hemen gidip
Hz. Seyyidet'in elini öptü, ayaklarına kapandı, Kelime-i şehâdet getirip
müslüman oldu. Hz. Seyyidet Nefîse de, bu hâle sevinip, bu ihsanından dolayı
Allahü teâlâya hamd ve şükretti. Sonra kadın evine gitti. Kızının babasının
ismi Eyyûb olup, kavminin ileri gelenlerinden idi. Akşam eve gelip kızının
sağlam hâlini görünce, sevincinden aklı gidecek gibi oldu. Hanımı hâdiseyi ve
müslüman olduğunu anlatınca, kendisinden geçer gibi oldu ve "Yâ Rabbî! Sen
dilediğine hidâyet verirsin. Vallahi, İslâm dîni haktır. Bizim şimdiye kadar
bulunduğumuz din bâtıldır" dedi. Sonra Hz. Seyyidet'in hanesine gelip,
yüzünü gözünü kapının eşiğine sürdü ve Kelime-i şehâdet getirip müslüman oldu.
Kızın iyileşmesi ve annesinin, babasının müslüman olmaları hâdisesi, kısa
zamanda her tarafa yayıldı ve komşu yahudilerden bir çoğu da îmân etti..
Hıristiyan bir kadının, genç bir oğlu vardı. Bu genç, bir
sefere çıktı ve yolda, esir düştü. Annesi kiliselere gidip çok araştırdı ise
de, oğlundan bir haber alamadı. Birgün kocasına, "Bu şehirde Seyyidet
Nefîse isminde, duâsı makbûl olan bir hanım varmış, ona git. Belki çocuğumuzun
bulunması için duâ eder. Eğer onun duâsı hürmetine oğlumuz bulunursa, ben de o
hanımın dînini (İslâmiyeti) kabul edeceğim" dedi. Kocası gelip, Hz.
Seyyidet'i buldu ve durumlarını anlattı. O da duâ etti. Adam eve gelip
hanımına, "Oğlumuzun bulunması için duâ etti" dedi. Gece olunca evlerinin
kapısı çalındı. Kadın kalkıp kapıyı açınca, oğluyla yüz yüze geldi. Kadın hem
hayret etti, hem de çok sevinip, nasıl geldiğini sordu. Genç, "Nasıl
geldiğimi ben de biniyorum. Ancak, beni bağladıkları zincirin üzerinde bir el
gördüm ve (Bunu salın. Buna Seyyidet Nefîse şefâat etmiştir) diye bir ses
duydum. Zincirlerim çözüldü ve birden kendimi burada buldum" diye anlattı.
Gencin anlat tıklarını dinliyen annesi hemen müslüman oldu.
Bir zaman Nil nehrinin suyu iyice çekildi (azaldı). Öyle oldu
ki, Mısırlılar ihtiyaçlarını karşılayamaz oldular, susuz kaldılar. Kendisine
müracaat edip, "Ne yapalım?" diye sordular. Onlara bir parça bez
verdi. Bezi nehre sokup çıkardıklarında, su çoğalmaya başladı ve normal
seviyesine yükseldi.
Zâlim bir kimse, eziyet etmek için bir adamı çağırttı. O adam
Seyyidet Nefîse'ye (r.aleyhâ) gidip, yardım istedi. Kurtulması için duâ
ettikten sonra, "Gidiniz. Allahü teâlâ seni zâlimlerin gözünden
saklar" buyurdu. Adamcağız, zâlim kimsenin adamları ile beraber, onun
huzûruna vardılar. Zâlim, "O kimse nerededir?", diye sordu.
"Huzurunuzda duruyor" dediler. "Benimle alay mı
ediyorsunuz?" Ben onu göremiyorum" dedi. Adamları "Bu adam
buraya gelmeden önce Hz. Seyyidet Nefîse'nin yanına gidip duâ istedi. O da buna
duâ etti ve (Gidiniz Allahü teâlâ seni zâlimlerin gözlerinden saklar)
buyurdu" dediler. Zâlim kimse bunları duyunca, demek ben zâlimim, dedi.
Yaptığı işlere çok pişman oldu. Başını eğip tövbe ve istiğfâr etti. Biraz sonra
başını kaldırdığında, o kimseyi karşısında duruyor gördü. Yanına çağırıp ona sarıldı.
Kendisine kıymetli elbiseler ve başka hediyeler verip yolcu etti. Sonradan da
Seyyidet Nefîse hazretlerine yüzbin dirhem gönderip "Bu, Allahü teâlâya
tövbe etmesine vesîle olduğunuz kulun şükran borcudur" dedi. O da bu
paranın hepsini fakîrlere dağıttı.
İmâm-ı Şâfiî ve başka âlimler, kendisini perde arkasından
ziyâret eder ve sohbetlerinden istifâde ederlerdi.
Bir zaman İmâm-ı Şâfiî hazretleri hastalandı. Talebelerinden
birisini Seyyidet Nefîse'ye gönderip, hasta olduğunu, şifâ bulması için Allahü
teâlâya duâ etmesini istedi. O talebe gelip Seyyidet Nefîse'ye durumu arz etti.
O da duâ etti. Talebe henüz hocasının yanına dönmeden İmâm-ı Şâfiî iyileşti.
Başka bir zaman İmâm-ı Şâfiî yine hastalandı. Yine bir talebesini, duâ için
Seyyidet Nefîse'ye gönderdi. Hz. Seyyidet, "Allahü teâlâ ona çok rahmet
eylesin" buyurdu. Talebe gelip bunu hocasına arz edince İmâm-ı Şâfiî, bu
hastalığının vefât hastalığı olduğunu anladı, vasiyetini yaptı. Cenâzesinde Hz.
Seyyidet Nefîse'nin bulunmasını da vasiyet etti. Hz. İmâm-ı Şâfiî vefât
ettiğinde, Seyyidet Nefîse çok zayıf olduğu için gelemedi. Cenâzeyi Seyyidet
Nefîse'nin bulunduğu yere getirdiler. Cemâatin en gerisinde durup, cenâze
namazında imâma uydu. Namazdan sonra bir ses duyuldu ki, "Allahü teâlâ,
İmâm-ı Şâfiî'nin ve onun namazında bulunan Seyyidet Nefîse'nin hatırı için,
cenâze namazında bulunan bütün kimseleri affetti" diyordu.
Seyyidet Nefîse hazretlerinin kardeşi Yahyâ'nın, Zeyneb
isminde bir kızı vardı. Bu Zeyneb dâima, halası Seyyidet Nefîse'nin hizmetinde
bulunurdu. Şöyle anlatıyor: "Kırk sene hizmetinde bulundum. Lâkin bir defa
uyuduğunu ve bir defa yemek yediğini görmedim. Birgün kendisine,
"Halacığım, Nefsine çok zorluk veriyorsun" dedim. Bana "Ben
nefsime çok zorluk vermiyorum. Nefs çok zorluk çeker, beden çok ibâdet ederse,
kurtulmak ümidi çoğalır" buyurdu.
Evinin önünde, kendisi için bir kabir kazmıştı. Kabre iner, orada
namaz kılardı. Orada altıbin hatim okumuştu. Vefâtı yaklaştığı sırada oruclu
idi. Hastalığı ağırlaşınca kendisine, orucunu bozabileceğini söylediklerinde;
onlara, "Siz ne diyorsunuz? Ben otuz senedir oruclu olarak vefât etmem
için duâ ediyorum" buyurdu. En'âm sûresini okumaya başladı: "Düşünen
ve hakkı kabul edenlere, Rableri katında Cennet vardır." (En'âm-127)
âyet-i kerîmesine gelince vefât etti. Cenâzesi çok kalabalık oldu.
Şehirli-köylü, büyük-küçük toplanıp ağladılar ve kendi eliyle kazdığı kabrine
defn ettiler. Derb-üs-Siba' denilen yerde medfûndur. Kabri üzerinde bir nûr ve
heybet vardır. Her taraftan ziyâretine gelinir. İmâm-ı Şa'rânî hazretleri,
"Ehl-i beyt içinde tasarrufu en fazla olanı, Hz. Nefîse'dir" buyurdu.
Zevci, cenâzesini Medine'ye götürmek istedi ise de, halk çok
ısrar edip vazgeçmesini istediler. Nitekim rü'yâda Peygamber efendimizi
(s.a.v.) görüp, kendisine, "Mısırlıları kırma Nefîse'nin bereketi ile ora
halkına rahmet iner" buyurunca, cenâzeyi Medîne'ye nakletmekten vazgeçti.
KAYNAKLAR
1) Meşâhir-ün-nisâ cild-2, sh-267
2) Nûr-ul-ebsârsh-188
3) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh-256
4) Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-1067
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder